5 Mart 2008 Çarşamba

SESİZ HARFLERİN ÇIĞILIĞI


bu akşam efkarlıyım
içim kara bulutlu sakin az biraz keyifsiz
içimde sesiz harfler çığlıkta
diyene ne diyim ben bile bilmezken
sessiz yalın bir duruş gelir arka sıram da
sevincim buruk isteğim çok gerisi hikaye
mi dersin...
desem de doğruya giden yolum kendi yolunda
sessizce dinliyorum kendimi gürültülü ortamlarda
herşeye keyfine varamdan yaşıyoruz bu alem de
seni sen de kendimi kendimde bile bulamdım ne diyeeyim bu da işte sesiz mi çığlık kendi çapında.
olmayan olmazken kendi çapında olcak olan gider en hızlı yolunda

sana beni sormadan kendi adıma beni sende dilinde kendi adımda..

k:)br@

1 yorum:

Unknown dedi ki...

"pürüzsüz patika"..


"...çapını ölçemediğin çemberin, geçişine izin vereceğini düşünmen kadar "aklına ihanet" içinde olamazsın...kavganı kendin için yapacak kadar budala isen, her çember senin için kenarından dolaşılacak kadar küçüktür..."


...........

............

Üçüncü Patika

...ne gündü o...yağmur yeteri kadar yağmamıştı, ama niyetliydi; ıslatacaktı cümle alemi...kediler yoktu ortalıkta...derbeder bir vapur gibi seyirde idim yer de...yer de kızgındı tabii...aşırı ıslaktı…duygusallık falan da değildi bu...işte öylesine darmadağınık olduğum bir gündü ve kesinlikle tam olarak hatırlamıyorum...canım turşu istemişti...kuru soğan ve kuru fasulye...üstelik taze adana pidesinin kokusu burnumda tütüyordu...kararsızdım; aşkın ipucu yedi bulmacanın bileşimi gibiydi…ne söylesem anlamanız mümkün değil, çünkü; ben değildiniz...pide ile yan yana hayaller kurarken o çıkageldi..ıslaktı, yağmurdan...yere basmaktan korkuyordu...korkuyordu tabi..benim yedi ceddinizden daha sinirli olduğumu sanmayın; ama sahiden benden korkuyordu...sevgimin kocamanlığına kapılmak ile, dirsekleri rahlede tedrisat yapmaktan eriyen birinin ilimde yok olma azabı aynı değildi mutlaka...hem ne o ne diğeri;ikisi birden,onlar çapulcu fikirlerden kurtulamadılar ki...nasıl aynı olsunlar?...demek gerek ki; yağmur ıslatmaya devam ediyordu yerdekileri...o aşk yağmurunu sevdi tüm korkaklığıyla, ama bende ki derinliği göremeyecek kadar kördü...ölçmeye kalktı...hangi ölçü birimini kullanacağını bile bilmiyordu...oysa ben osmanlı’nın arşınını da umursamıyordum, batının kg ve metresini de...zaten üstelik alt ve üst katları da vardı bu ölçülerin...kaldı ki ruhumun en tenha yerinde yediveren muhabbetiyle özgürlüğün zerâfeti vardi...ne anlardı ki?... ben kırların esaretinde değil, bozkırların veriminde tütsüler eşliğinde hayaller kuruturdum...gün gelir lazım olur diye sevgileri tuzlamadan biriktirirdim...

...yağmur yağıyordu daha...ıslaktı gözbebekleri; ağlıyor gibiydi...sahtedir dedim...kalıbımı basarım sahteydi...beni ölecek kadar sevmiyordu ki...dilediği kadar ıslak kalsın her yeri...(4- 19062002)

Dördüncü Patika

...serseri...söylemiştim ona...”kendine dikkat et”, diye...etmedi.

...dikkatin ne olduğunu bilmiyordu ki; dikkati, bir öküzün bakışındaki asalette trene olan ilgi zannetti...kalbimi kırdı kör...ona verdiğim değeri bilmeden ne yapabilirdi?...çiçeğe adanmış ömrünü sordum ona, bir tohum ne zaman güzelleşir babında...tohumun kudretine aldırdığı yoktu, çiçekte ne bulacaktı ki?..dikkatin bakıldığı zaman değil, düşünüldüğü zaman ortaya çıkan bir göreli efkâr kilidi olduğunu söyledim...efkârı bilseydi, kilidi arardı...fikirlerini heder etmişti zalim gündüzün aydınlığında...kamaşmış gözlerle ne görebileceğini bilmiyordum...vakit de akşama yakındı; az bulanıkçaydı zaman…titrek miyop olduğunu unutmadan ona "bak!" dedim..."gözlerimin içine bak; ben sana kendine dikkat et demedim mi?"...

...sustu…sessizliğin kapşonlu zembereğinden fırlamadan, tıpkı bir duvar gibi…(5- 19062002)

Beşinci Patika

...tutarsızlıklara çok kızdığımı bilirlerdi...bunu bildikleri halde dikkatsizliklerine ve düşüncesizliklerine bir türlü son vermediklerini görüyordum…üstelik söz verdikleri halde, sözlerini de unutuyorlardı...bildiğim tüm duaları okumam, sinirlerimin yatışmasına yeter miydi; emin değildim...ama okumaktan çekinmedim...sabır demişlerdi, eskiler...sabrı bilmenin o kadar zararı vardı ki...mesela rahatlıkla kızamıyorsunuz...mantık silsilesinde sebep oldukları çatışmaların sonrasında ortaya çıkan yoğun "kızgınlık enerjisi, akciğerlerim, nefes borum, ses tellerim ve dudaklarım sayesinde dışarı atılamıyordu...içerde birikip külleniyordu...sonra bu kül'ün kanserojen etkileri olduğunu da biliyordum... düşünsenize; ses üretim ve ihraç tesislerindeki organlar,bağırarak elde edeceğiniz egzersiz imkanını bulamıyorlardı,siz sessiz kalınca...ve üstelik, külleşen enerji ile birlikte bir dış ses likiditesindeki daralma doğal olmayan bir denge oluşturuyordu...

...bazen, sabrın bilemediğimiz kadar yoğun ve karmaşık yararları olduğunu da düşünürüm...aile mahkemelerinde dava yoğunluğu , işten atılmalar, aile-çocuk kavgaları, ev dâhilî kıyâmet varyasyonları, doktor-hasta, asker-komutan ve..evet, ve seçmen ile seçilen arasındaki nefret azalır...benzeri bir çok heyecan kalkar hayattan...ama ben bunun sabır demek olduğunu düşünmüyorum..bence bu tamamen ahmaklık; koyun davranış modeli...mantıklı ölçülere uymayan sabır, sabır değildir...sabır, insan gücünün yetmediği her durum için sabırdır...elde var olan tüm yerüstü ve yeraltı kaynaklarını kullanarak aşamadığınız sorunlara karşı, göstereceğiniz davranış kalıbına "sabır" denir...